Kahrın da hos Lûtfun da
1 sayfadaki 1 sayfası
Kahrın da hos Lûtfun da
KAHRIN DA HOŞ LÛTFUN DA
Gün gelecek Allah’a bana yaşattığı
bu sıkıntılar için şükredeceğimi biliyorum” demişti bir arkadaşım. Belki de
hayatının en zor günlerini yaşıyordu. Zorlukların insana ne kadar büyük dersler
verdiğini uzun uzun konuşmuştuk. Bir acının öğrettiğini bin kahkahanın
öğretemeyeceği üzerine birçok örnekler vermiştik o konuşmamızda.
Aradan iki yıla yakın bir zaman geçince arkadaşımın haklı çıktığını gördük. O
günlerin acı görünen olaylarının, kendisine ne kadar büyük kapılar açtığını
gördükçe “verdiğin acılar için sana şükürler olsun Allah’ım!” demeye başladı.
Gündüzleri fırsat buldukça bir araya geldiğimiz arkadaşıma o günlerde aşağıdaki
hikayeyi yollamıştım.
“Strese
girenin imanından şüphe ederim!” başlıklı yazımı anlamayan ve/veya yanlış
anlayan arkadaşlar umarım bu sefer beni doğru anlarlar.
Yaşlı kadın, bir antika dükkanından aldığı yüzyıllık fincanı özenle salon
vitrinine yerleştirdi. Fincanın biçimi, üzerindeki işlemeler, renkler onun bir
sanat eseri olduğunu söylüyordu. Ödediği fiyatı hatırladı; hayır, hiç de
pahalıya almamıştı.
Hayranlıkla fincanı seyretmeye devam etti. Derken, birden fincan dile geldi ve
kadına şöyle dedi;
“Bana hayranlıkla baktığının farkındayım. Ama bilmelisin ki, ben hep böyle
değildim. Yaşadığım sıkıntılar beni bu hale getirdi.
Kadın şimdi hayret içindeydi. Önündeki kahve fincanı konuşuyordu!
Kekeleyerek: “Nasıl? Anlayamadım?” diyebildi yaşlı kadın.
“Demek istiyorum ki, ben bir zamanlar çamurdan ibarettim ve bir sanatkâr geldi.
Beni eline aldı, ezdi, dövdü, yoğurdu. Çektiğim sıkıntılara dayanamayıp:
“Yeter! Lütfen dur artık!” diye bağırmak zorunda kaldım.
Ama usta sadece gülümsedi ve; “Daha değil!” diye cevapladı beni.
“Sonra beni alıp bir tahtanın üzerine koydu. Burada döndüm, döndüm, döndüm.
Döndükçe başım da döndü. Sonunda yine haykırdım:
“Lütfen beni bu şeyin üzerinden kurtar. Artık dönmek istemiyorum!”
Ama usta bana bakıp gülümsüyordu:
“Henüz değil!”
“Derken beni aldı ve fırına koydu. Kapıyı kapayıp ısıyı arttırdı. Onu şimdi
fırının penceresinden görebiliyordum. Fırın gitgide ısınıyordu. Aklımdan şöyle
geçiyordu: Beni yakarak öldürecek”
Fırının duvarlarına vurmaya başladım. Bir taraftan da bağırıyordum:
“Usta usta! Lütfen izin ver buradan çıkayım!”
“Pencereden onun yüzünü görebiliyordum. Hala gülümsüyor ve “Daha değil!”
diyordu.
“Bir saat kadar sonra, fırını açtı ve beni çıkardı. Şimdi rahat nefes
alabiliyordum, fırının yakıcı sıcaklığından kurtulmuştum. Beni masanın üstüne
koydu ve biraz boyayla bir fırça getirdi.
“Boyalı fırçayla bana hafif hafif dokunmaya başladı. Fırça her tarafımda
geziniyor ve bu arada ben gıdıklanıyordum.
“Lütfen usta! Yapma, gıdıklanıyorum!” dedim. Onun cevabı ise aynıydı: “Henüz
değil!”
“Sonra beni nazikçe tutup yine fırına doğru yürümeye başladı. Korkudan
ölecektim. “Hayır! Beni yine fırına sokma, lütfeeen!” diye bağırdım.
Fırını açıp beni içeri iteleyip kapağı kapattı. Isıyı bir öncekinin iki katına
çıkardı. “Bu sefer beni gerçekten yakıp kavuracak!” diye düşündüm. Pencereden
bakıp ona yine yalvardım, ama o yine “Daha değil!” diyordu. Ancak bu defa
ustanın yanaklarından bir damla gözyaşının yuvarlandığını gördüm.
“Tam son nefesimi vermek üzere olduğumu düşünüyordum ki, kapak açıldı ve
ustanın nazik eli beni çekip dışarı çıkardı. Derin bir nefes aldım, hasret
kaldığım serinliğe kavuşmuştum. Beni yüksekçe bir rafa koydu ve usta şöyle
dedi:
“Şimdi tam istediğim gibi oldun. Kendine bir bakmak ister misin?”
Ona “Evet” dedim.
Bir ayna getirip önüme koydu. Gördüğüme inanamıyordum. Aynaya tekrar tekrar
baktım ve “Bu ben değilim. Ben sadece bir çamur parçasıydım.”
“Evet bu sensin!” dedi usta. Senin acı ve sıkıntı diye gördüğün şeyler
sayesinde böyle mükemmel bir fincan haline geldin.
Eğer seni bir çamur parçası iken üzerinde çalışmasaydım, kuruyup gidecektin.
Döner tezgahın üstüne koymasaydım, ufalanıp toz olacaktın.
Sıcak fırına sokmasaydım, çatlayacaktın.
Boyamasaydım, hayatında renk olmayacaktı.
Ama sana asıl güç ve kuvveti veren ikinci fırın oldu.
Şimdi arzu ettiğim her şey var üzerinde.”
Ve ben kahve fincanı, şu sözlerin ağzımdan çıktığını hayretle fark ettim:
“Ustam! Sana güvenmediğim için beni affet!
Bana zarar vereceğini düşündüm.
Beni benden fazla sevip iyilik yapacağını fark edemedim.
Bakışım kısaydı, ama şimdi beni harika bir sanat eseri yaptığını görüyorum.
Benim sıkıntı ve acı diye gördüğüm şeyleri bana verdiğin için teşekkür ederim…
Teşekkür ederim.”
Usta fincanı, yaratıcı insanı şekillendirir. Yeter ki acı da ki hikmeti
görelim.
Kahrın da hoş, lûtfun da hoş demesini bir öğrenebilsek…
Sevgiyle kalın...
Gün gelecek Allah’a bana yaşattığı
bu sıkıntılar için şükredeceğimi biliyorum” demişti bir arkadaşım. Belki de
hayatının en zor günlerini yaşıyordu. Zorlukların insana ne kadar büyük dersler
verdiğini uzun uzun konuşmuştuk. Bir acının öğrettiğini bin kahkahanın
öğretemeyeceği üzerine birçok örnekler vermiştik o konuşmamızda.
Aradan iki yıla yakın bir zaman geçince arkadaşımın haklı çıktığını gördük. O
günlerin acı görünen olaylarının, kendisine ne kadar büyük kapılar açtığını
gördükçe “verdiğin acılar için sana şükürler olsun Allah’ım!” demeye başladı.
Gündüzleri fırsat buldukça bir araya geldiğimiz arkadaşıma o günlerde aşağıdaki
hikayeyi yollamıştım.
“Strese
girenin imanından şüphe ederim!” başlıklı yazımı anlamayan ve/veya yanlış
anlayan arkadaşlar umarım bu sefer beni doğru anlarlar.
Yaşlı kadın, bir antika dükkanından aldığı yüzyıllık fincanı özenle salon
vitrinine yerleştirdi. Fincanın biçimi, üzerindeki işlemeler, renkler onun bir
sanat eseri olduğunu söylüyordu. Ödediği fiyatı hatırladı; hayır, hiç de
pahalıya almamıştı.
Hayranlıkla fincanı seyretmeye devam etti. Derken, birden fincan dile geldi ve
kadına şöyle dedi;
“Bana hayranlıkla baktığının farkındayım. Ama bilmelisin ki, ben hep böyle
değildim. Yaşadığım sıkıntılar beni bu hale getirdi.
Kadın şimdi hayret içindeydi. Önündeki kahve fincanı konuşuyordu!
Kekeleyerek: “Nasıl? Anlayamadım?” diyebildi yaşlı kadın.
“Demek istiyorum ki, ben bir zamanlar çamurdan ibarettim ve bir sanatkâr geldi.
Beni eline aldı, ezdi, dövdü, yoğurdu. Çektiğim sıkıntılara dayanamayıp:
“Yeter! Lütfen dur artık!” diye bağırmak zorunda kaldım.
Ama usta sadece gülümsedi ve; “Daha değil!” diye cevapladı beni.
“Sonra beni alıp bir tahtanın üzerine koydu. Burada döndüm, döndüm, döndüm.
Döndükçe başım da döndü. Sonunda yine haykırdım:
“Lütfen beni bu şeyin üzerinden kurtar. Artık dönmek istemiyorum!”
Ama usta bana bakıp gülümsüyordu:
“Henüz değil!”
“Derken beni aldı ve fırına koydu. Kapıyı kapayıp ısıyı arttırdı. Onu şimdi
fırının penceresinden görebiliyordum. Fırın gitgide ısınıyordu. Aklımdan şöyle
geçiyordu: Beni yakarak öldürecek”
Fırının duvarlarına vurmaya başladım. Bir taraftan da bağırıyordum:
“Usta usta! Lütfen izin ver buradan çıkayım!”
“Pencereden onun yüzünü görebiliyordum. Hala gülümsüyor ve “Daha değil!”
diyordu.
“Bir saat kadar sonra, fırını açtı ve beni çıkardı. Şimdi rahat nefes
alabiliyordum, fırının yakıcı sıcaklığından kurtulmuştum. Beni masanın üstüne
koydu ve biraz boyayla bir fırça getirdi.
“Boyalı fırçayla bana hafif hafif dokunmaya başladı. Fırça her tarafımda
geziniyor ve bu arada ben gıdıklanıyordum.
“Lütfen usta! Yapma, gıdıklanıyorum!” dedim. Onun cevabı ise aynıydı: “Henüz
değil!”
“Sonra beni nazikçe tutup yine fırına doğru yürümeye başladı. Korkudan
ölecektim. “Hayır! Beni yine fırına sokma, lütfeeen!” diye bağırdım.
Fırını açıp beni içeri iteleyip kapağı kapattı. Isıyı bir öncekinin iki katına
çıkardı. “Bu sefer beni gerçekten yakıp kavuracak!” diye düşündüm. Pencereden
bakıp ona yine yalvardım, ama o yine “Daha değil!” diyordu. Ancak bu defa
ustanın yanaklarından bir damla gözyaşının yuvarlandığını gördüm.
“Tam son nefesimi vermek üzere olduğumu düşünüyordum ki, kapak açıldı ve
ustanın nazik eli beni çekip dışarı çıkardı. Derin bir nefes aldım, hasret
kaldığım serinliğe kavuşmuştum. Beni yüksekçe bir rafa koydu ve usta şöyle
dedi:
“Şimdi tam istediğim gibi oldun. Kendine bir bakmak ister misin?”
Ona “Evet” dedim.
Bir ayna getirip önüme koydu. Gördüğüme inanamıyordum. Aynaya tekrar tekrar
baktım ve “Bu ben değilim. Ben sadece bir çamur parçasıydım.”
“Evet bu sensin!” dedi usta. Senin acı ve sıkıntı diye gördüğün şeyler
sayesinde böyle mükemmel bir fincan haline geldin.
Eğer seni bir çamur parçası iken üzerinde çalışmasaydım, kuruyup gidecektin.
Döner tezgahın üstüne koymasaydım, ufalanıp toz olacaktın.
Sıcak fırına sokmasaydım, çatlayacaktın.
Boyamasaydım, hayatında renk olmayacaktı.
Ama sana asıl güç ve kuvveti veren ikinci fırın oldu.
Şimdi arzu ettiğim her şey var üzerinde.”
Ve ben kahve fincanı, şu sözlerin ağzımdan çıktığını hayretle fark ettim:
“Ustam! Sana güvenmediğim için beni affet!
Bana zarar vereceğini düşündüm.
Beni benden fazla sevip iyilik yapacağını fark edemedim.
Bakışım kısaydı, ama şimdi beni harika bir sanat eseri yaptığını görüyorum.
Benim sıkıntı ve acı diye gördüğüm şeyleri bana verdiğin için teşekkür ederim…
Teşekkür ederim.”
Usta fincanı, yaratıcı insanı şekillendirir. Yeter ki acı da ki hikmeti
görelim.
Kahrın da hoş, lûtfun da hoş demesini bir öğrenebilsek…
Sevgiyle kalın...
efekoylu- Mesaj Sayısı : 12
Kayıt tarihi : 19/04/09
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz