Mantık Nasıl Düşünüleceğini Öğretir mi?
1 sayfadaki 1 sayfası
Mantık Nasıl Düşünüleceğini Öğretir mi?
Bilimin her alanında tarih biliminde olduğu gibi doğa biliminde de verili olgulardan yola çıkılması gerektiğine bu bakımdan doğa biliminde de çeşitli maddi biçimlerden ve maddenin hareketinin çeşitli biçimlerinden yola çıkılması gerektiğine; bu bakımdan teorik doğa biliminde de iç bağıntıların olguların içine yerleştirilmeyip onların içinde keşfedilmesi gerektiğine ve keşfedildiğinde de mümkün olduğu ölçüde deneyle doğrulanması gerektiğine bütünüyle katılıyoruz.[1]
Bilim doğanın işleyişini açıklayabilecek genel yasaların aranmasına dayanır. Deneyimi başlangıç noktası olarak alan bilim kendisini yalnızca olguların toplanmasıyla sınırlamaz aksine özelden genele giderek deneyim temelinde genellemeler arar. Bilim tarihi sürekli derinleşen bir gerçeğe yaklaşma süreciyle karakterize olur. “Bütün hakikat”i hiç bilmeksizin hakikate adım adım yaklaşırız. Eninde sonunda bilimsel hakikatin testi deneydir. “Deney” diyor Feynman “bilimsel «hakikat»in tek yargıcıdır.”[2]
Düşünce biçimlerinin geçerliliği son tahlilde onların fiziksel dünyanın gerçekliğine tekabül edip etmediklerine bağlıdır. Bu a priori olarak kanıtlanaxmaz gözlem ve deneyle gösterilmek zorundadır. Tüm doğa bilimlerinin tersine biçimsel mantık ampirik değildir. Bilim kendi verilerini gerçek dünyanın gözlenmesinden çıkarır. Uğraştığı bütün konunun aksine mantığın a priori olduğu varsayılır. Burada biçim ve içerik arasında sırıtan bir çelişki bulunmaktadır. Mantığın gerçek dünyadan çıkarılmadığı varsayılır oysa sürekli olarak gerçek dünyanın olgularına uygulanır. Bu iki yön arasındaki ilişki nedir?
Kant uzun zaman önce mantığın formlarının nesnel gerçekliği yansıtması gerektiğini yoksa bütünüyle anlamsız olacaklarını açıklamıştı:
Bir yargının zorunlu olarak evrensel olduğunu düşünmek için sebebimiz varsa ... onun nesnel olduğunu da yani yalnızca algımızın bir özneye yaptığı atıf olmayıp nesnenin bir niteliğini ifade ettiğini düşünmemiz gerekir. Zira eğer diğer insanların yargılarının atıfta bulunduğu ve kendilerini uydurdukları nesnenin birliği olmasaydı bunların benim yargımla zorunlu olarak hemfikir olması için hiçbir sebep kalmazdı; dolayısıyla bunların hepsi birbiriyle hemfikir olmak zorundadır.[3]
Bu fikir Kant’ın bilgi teorisi ve mantığında mevcut olan muğlaklıkları ortadan kaldıran Hegel tarafından daha da geliştirilmiş ve nihayet Marx ve Engels tarafından sağlam bir temel üzerine oturtulmuştur. Şöyle diyor Engels:
Mantıksal şemalar ancak düşüncenin biçimlerine ilişkin olabilir; oysa burada bizim uğraştığımız şey yalnızca varlığın dış dünyanın biçimleridir ve düşünce bu biçimleri asla kendisinden değil dış dünyadan edinip çıkarır. Ama bununla bütün ilişki tersine döner: ilkeler araştırmanın başlangıç noktası değil onun nihai sonucudurlar; doğa ve insan tarihine uygulanmazlar onlardan soyutlanırlar; bu ilkelere uyum sağlayan doğa ve insanlık alanı değildir aksine bu ilkeler ancak doğa ve tarihle uyum içinde oldukları ölçüde geçerli olurlar
Bilim doğanın işleyişini açıklayabilecek genel yasaların aranmasına dayanır. Deneyimi başlangıç noktası olarak alan bilim kendisini yalnızca olguların toplanmasıyla sınırlamaz aksine özelden genele giderek deneyim temelinde genellemeler arar. Bilim tarihi sürekli derinleşen bir gerçeğe yaklaşma süreciyle karakterize olur. “Bütün hakikat”i hiç bilmeksizin hakikate adım adım yaklaşırız. Eninde sonunda bilimsel hakikatin testi deneydir. “Deney” diyor Feynman “bilimsel «hakikat»in tek yargıcıdır.”[2]
Düşünce biçimlerinin geçerliliği son tahlilde onların fiziksel dünyanın gerçekliğine tekabül edip etmediklerine bağlıdır. Bu a priori olarak kanıtlanaxmaz gözlem ve deneyle gösterilmek zorundadır. Tüm doğa bilimlerinin tersine biçimsel mantık ampirik değildir. Bilim kendi verilerini gerçek dünyanın gözlenmesinden çıkarır. Uğraştığı bütün konunun aksine mantığın a priori olduğu varsayılır. Burada biçim ve içerik arasında sırıtan bir çelişki bulunmaktadır. Mantığın gerçek dünyadan çıkarılmadığı varsayılır oysa sürekli olarak gerçek dünyanın olgularına uygulanır. Bu iki yön arasındaki ilişki nedir?
Kant uzun zaman önce mantığın formlarının nesnel gerçekliği yansıtması gerektiğini yoksa bütünüyle anlamsız olacaklarını açıklamıştı:
Bir yargının zorunlu olarak evrensel olduğunu düşünmek için sebebimiz varsa ... onun nesnel olduğunu da yani yalnızca algımızın bir özneye yaptığı atıf olmayıp nesnenin bir niteliğini ifade ettiğini düşünmemiz gerekir. Zira eğer diğer insanların yargılarının atıfta bulunduğu ve kendilerini uydurdukları nesnenin birliği olmasaydı bunların benim yargımla zorunlu olarak hemfikir olması için hiçbir sebep kalmazdı; dolayısıyla bunların hepsi birbiriyle hemfikir olmak zorundadır.[3]
Bu fikir Kant’ın bilgi teorisi ve mantığında mevcut olan muğlaklıkları ortadan kaldıran Hegel tarafından daha da geliştirilmiş ve nihayet Marx ve Engels tarafından sağlam bir temel üzerine oturtulmuştur. Şöyle diyor Engels:
Mantıksal şemalar ancak düşüncenin biçimlerine ilişkin olabilir; oysa burada bizim uğraştığımız şey yalnızca varlığın dış dünyanın biçimleridir ve düşünce bu biçimleri asla kendisinden değil dış dünyadan edinip çıkarır. Ama bununla bütün ilişki tersine döner: ilkeler araştırmanın başlangıç noktası değil onun nihai sonucudurlar; doğa ve insan tarihine uygulanmazlar onlardan soyutlanırlar; bu ilkelere uyum sağlayan doğa ve insanlık alanı değildir aksine bu ilkeler ancak doğa ve tarihle uyum içinde oldukları ölçüde geçerli olurlar
hayal- Mesaj Sayısı : 548
Kayıt tarihi : 20/04/09
Yaş : 51
Nerden : bln
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz