Hicranli Foruma Hosgeldiniz
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Çok üzülürsün. Hem de çok...

Aşağa gitmek

Çok üzülürsün. Hem de çok... Empty Çok üzülürsün. Hem de çok...

Mesaj  hayal C.tesi Mayıs 30, 2009 4:40 pm

Sanki için dışın, irin kaplıdır. Sanki soluk aldırmaz bir acıyla yaşamaya çalışırsın.

Birkaç safhası vardır bu işin. Hangi işin diyorsunuz... Mesela ayrılığın, mesela terk edişin, mesela terk edilişin, bir şehirden ayrılmanın, birini kaybetmenin, bir savaşı yitirmenin... Önce garip bir hiçlikle boş adımlar atarsın sağa sola.

'Süperim, şahaneyim, yok canım ne olacak, olması gereken buydu zaten, iyiyim ben iyiyim' yalanları....

Sonra bir parça gözyaşı ve üzüntü.

Sonra giderek büyüyen bir öfke.

Her yanı kaplayan bir haksızlık duygusu.

Ardından herkese bu haksızlığı anlatma isteği.

Yutkunma güçlüğü.

Kabullenme.

Sabretme.

Bekleme.

Bütün irini dışarı atacak, hastalıklı hali sağaltacak tek çarenin dibine kadar üzülmek olduğunu anlamak. Ve üzülmek...

Yalın, süssüz, desensiz, sadece üzülmek. Sonra da o dipsiz kuyudan çıkmaya çalışmak.

Yukarıda gördüğün o yuvarlak aydınlığa ulaşabileceğinden emin olamazsın bazen. Gerçekten kuyunun taa içinde tırnaklarından ve duvardaki çıkıntılardan başka yardımcın yoktur. Bazen tutunduğun ufacık taş parçaları yerinden kopar, tırmandığın birkaç metreyi de kaybedersin.

Bazen tutunduğun o sert kayalar tırnaklarını söker adeta. Kan revan içinde yaralı ellerinle devam etmeye çalışırsın... Tam vazgeçtiğin anda yukarıdan biri ip atar hiç umulmadık biri, bir yabancı...

Güvenip güvenemeyeceğini bilemedem tutunursun o ipe..

Seni yukarıya çekmek için mi atılmıştır peki?

Yukarıya çekiyor da olabilir evet... Ama sen yarı yoldayken bırakabilir de ipi... Bilinmez...

Bana neden suya giremediğimi sorarlar.

İnsanların sıcak yaz güneşi altında masmavi sulara atlayışlarını imrenerek izlerim...

Yüzümü hiçbir zaman suya veremem ben...

Gözlerimi su içinde açamam...

Çok zaman önce... 'Demek boğulmak böyle bir şeymiş' demiştim kendime...

Çok bulanıktı su...

Ama güneş buna rağmen ince uzun yollarla uzanıyordu dibe doğru... Nefes almak istiyordum. Nefes aldıkça su boğazıma, burnuma ve ciğerlerime doluyordu...

Her şey hem çok hızlı, hem çok yavaştı.

Çırpınıyor, arada bir duruyordum....

Öksürmek istiyor daha çok su yutuyordum... İçimde bir yangın vardı sanki.

Gözlerimi açıp etrafımı görmeye çalıştım. Sanki kalın bilekli büyük bir el ayak bileğimi yakalamış, ısrarla suyun dibine çekiyordu beni. Üzerimdeki uzun etekli elbise adeta çelikten örülmüş bir ağ gibi her yanıma dolanıyor beni aşağı çeken o ele yardımcı oluyordu. Yüzmeyi, hareket etmeyi unutmuş gibiydim...

Henüz on dört yaşındaydım ve kendime sakin olmam gerektiğini söyleyemeyecek kadar çocuktum. (...)

Birden güçlü bir el saçlarımı kavradı ve beni yukarı doğru çekti. Su aşağıdan yukarıya yırtılıyordu. Güneş daha yakındı. Suyun üzerine çıktık. Saçlarımdan sürükleyerek sahile kadar çekti beni kurtaran o el. Sonra saçlarımı bırakıp büyük bir tokat attı.

Şak!

O kadar şaşkın ve perişandım ki bana neden vurulduğunu anlayamıyordum bile.

Kumlara uzanıp kusmaya başladım. Etraftakiler titreyerek bana bakıyorlardı. Az önceki neşeli dakikalardan, çocuk çığlıklarından eser yoktu. Beni sudan çıkaran ve yüzüme okkalı bir tokat atan babam ağlayarak bana sarıldı. 'Tamam küçüğüm, tamam geçti artık, korkma.'Oysa belli ki o da en az benim kadar korkmuştu. Ben kusarken başımı tutuyordu.

Erişkin yaşlarda düşülen o derin kuyulardan çıkmaya çalışırken boğularak ölmedim ben, bir kuyuda hiç ölemem diyebiliyorsa insan...

Ve bir kez daha güvenebiliyorsa kendine uzanan ellere... Çıkabiliyorsun yahu işte karanlıktan aydınlığa.

Tam dışarı çıktığında, güneşi bir kez daha yüzünde duyduğunda şaşkınlıkla karışık karmaşa içinde 'vay be, yine ölmedim' diye sevinebiliyorsun bile hatta...

Çünkü aşk da boğabilir seni parasızlık da...

Hayatın kendisi bulanık bir su gibidir kimi zaman... Kimi zamansa karanlık ve derin bir kuyu...

İclal Aydın
hayal
hayal

Mesaj Sayısı : 548
Kayıt tarihi : 20/04/09
Yaş : 50
Nerden : bln

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Çok üzülürsün. Hem de çok... Empty Geri: Çok üzülürsün. Hem de çok...

Mesaj  hayal C.tesi Mayıs 30, 2009 4:40 pm

Unutulması en zor anılar hangileridir?

Annesinin dayak yediği bir gece vaktini mi unutamaz insan?

Yanıbaşında vurulan arkadaşının son bakışını mı?

Gece uyurken yakalandığı depremi ya da baskını mı?

Ellerine kelepçe geçirilen anı mı?

Boşanma kararını imzaladığı dakikayı mı?

Göğsüne yapışan bebeğin o ilk damak baskısını mı?

Sağ çıktığı bir trafik kazasından sonra ön koltuktan savrulan adamın ölümüne inat çalışmakta olan saatini mi?

Evlat acısının haberini aldığı anı mı?

Gidenin dönmeyeceğini öğrendiği akşamı mı?

Neyi hiç unutamaz bir insan?
***

'Geceleri acıyla daldığım uykudan acıyla uyanıyor ve onu düşünüyordum. Bitmeyeceğini sanıyordum bu kederin. Sabah olsun diye bekliyordum. Yastık bir dikenli toprak oluyordu. Dayanamam diyordum. Ben bu haksızlığa dayanamam. Aklımı yitiririm...

Sonra sabah oluyordu.

İnsanlar uyanıyor, sokaklarda yürüyor, caddelerden hayat akıyordu.

Yağmur yağıyor, yağmur duruyor, sucular evlere su taşıyor, balkonlardan örtüler çırpılıyordu.

Çocuklar okula gidiyor, okuldan dönüyor, oyun oynuyorlardı.

Akşam oluyordu yine.

Yine yanıyordu evlerin ışıkları.

Bana inat hayat devam ediyordu.

Beni hiç iplemeden, beni kenara iterek, beni öğüterek, un ufak ederek sürüyordu hayat.

Mutfaklarda yemekler pişiyor, televizyon başında diziler izleniyordu.

Birileriyle dalga geçiyordu radyoda bir DJ...

Bilmediği bir kederi biliyormuş gibi anlatıyordu bir başkası.

Geceleri acıyla uyanıyordum acıyla daldığım uykudan.

Bitmeyeceğini sanıyordum...

Bittiğinde belki de en çok ben şaşırdım...'
***
İclal Aydın
hayal
hayal

Mesaj Sayısı : 548
Kayıt tarihi : 20/04/09
Yaş : 50
Nerden : bln

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Çok üzülürsün. Hem de çok... Empty Geri: Çok üzülürsün. Hem de çok...

Mesaj  hayal C.tesi Mayıs 30, 2009 4:41 pm

Okuduğum ve çok beğendiğim İclal Aydın/Evlerin ışıkları birbir yanarken'den beğendiğim kesitler paylaşmak istedim umarım beğenirsin
................................

Gökyüzünde müthiş bir ay var. Nasıl güzel bir hilal...

İstanbul ışıl ışıl, köprüde artık gözüme güzel gelmeye başlayan mavi ışıklar...

Gecenin 02.30u olmuş, şehirde bir uyku uğultusu...

Bir de Gündoğarkenin Gördüğüme Sevindimi duymaktayım uzaktan bir yerden.

Kocaman bir şilep Boğaz;da soldan sağa doğru geçiyor.

Gemi soldan sağa geçerken yaşamıma öyle böyle değil, şahane bir iz bırakmış bir film geliyor aklıma.



***

Kadının topuğunda açık bir yara var. Acı içinde ayağını ovuşturuyor. Bir yandan da sıradan ve küçük olaylarla dolu gününü anlatıyor kocasına. Kocası elindeki şarap kadehini yere bırakıp, karısının ayağını alıyor eline şefkatle. Ve yarayı öpmeye başlıyor...

Kadın adama bakıyor sadece.

Bakıyor ve ağlıyor.

Neden ağlıyorsun? diye soruyor adam.

Ben de seni seviyorum diyor sesi çatallanarak.

Adam kadına sarılıyor.

O sırada liman yakınındaki evlerinin penceresinden bir geminin soldan sağa geçtiğini görüyor kadın.

Adama dönüp, bir gemi ne zaman soldan sağa geçerse hep bu anı ve seni ne çok sevdiğimi düşüneceğim diyor.

Ve seni hep ne çok seveceğimi...

Her ikisi de adamın çok vakti olmadığını biliyor. Kadın sadece zaman uzasın istiyor.

Hayatın içindeki küçük sıradan olaylarla dolsun günleri. Sıradan yaşasınlar herkes gibi. Alışveriş etsinler, yeni yerler görsünler, kavga etsinler, yemek pişirip yesinler, şarap içsinler, kahvaltıda küsüp, kapıdan çıkarken barısşınlar istiyor.

Ama adamın çok vakti yok.

İkisi de biliyor.

Kadın sadece zaman uzasın istiyor.

Ama olmuyor işte.

Adam bir öğle yemeğinde ölüyor.

Güzel, güneşli bir günde, hayat şırıl şırıl akarken sokaklarda, kadın adam için süslenmişken, saçlarına sarı bir gül takmışken (ki sarı gül ayrılıktır doğru ya) ona nasıl iyileşeceğini anlatırken soluyor adamın yüzü.

Adam iyileşmek istemiyor.

Adam ölmeye yatkın.

Kadın kafasını yere eğiyor.

Anlıyor çünkü.

Adam ölüyor.

Kalabalık bir restoranda, güpegündüz, her şeyin, ama her şeyin tam ortasında ölmekte adam.

Kadın, başı yerde ağlıyor.

Ağlıyor. Ağlıyor. Ağlıyor.

Sonra garson bir peçete uzatıyor kadına. İyi misiniz diye soruyor.

Kadın kafasını kaldırmadan ;bana bir beyaz şarap verin diyor. Garson hiç sesini çıkarmadan bırakıyor kadehi masaya.

Restorandaki kahkaha sesleri, konuşmalar çocuk ağlamaları, tabak bıçak sesleri içinde burnunu çeke çeke ağlıyor kadın.

Sonra çantasını açıyor. Telefonunu çıkarıp kız kardeşini arıyor. Beni gelip al diyor. Ağlamaya devam ediyor hıçkıra hıçkıra.

Kız kardeşi soluk soluğa giyor restorandan içeri. Sakin ol, ağlama diyor.

Kadın ilk defa o zaman kaldırıyor başını. Kardeşi adamın az önce öldüğü sandalyede oturuyor.

Öldü diyor yüzü darmadağın ve yüzü kapkara...

Tamam diyor kız kardeşi,şimdi gidiyoruz evimize, her şey geçecek
Ama yaralarımdan severdi beni. Öldü& diyor kadın yanaklarındaki yaşları silerek...

Kız kardeşi elini tutuyor kadının.

Lütfen diyor. Lütfen kabul et artık, lütfen bunu yapma bana, yapma bize. Öyle biri yok ki...


***

O filmi bulamıyorum şimdi.

Oysa bir kez daha izlemek isterdim. Ne adını anımsıyorum ne de oyuncularını. Bir arkadaşımdan ödünç aldığım bir kopyaydı sanırım. Seyredip sevdiğim, iade ettiğim bir film...

Şimdi ne zaman soldan sağa geçen bir gemi görsem o film geliyor aklıma.

Ve aslında bütün aşkların belki de hiç olmayan bir sevgiliye yakılmış ağıtlar olduğunu düşünüyorum.

Bu satırların sonuna geldiğim sırada küçük bir tekne tam tersi istikamette yol alıyor Boğaz da.

Her şeyin tersine dönebileceğine dair bir umut veriyor belki de..

İnsanın sevdiği kadar sevilebileceğine dair bir işaret...

İclal Aydın
hayal
hayal

Mesaj Sayısı : 548
Kayıt tarihi : 20/04/09
Yaş : 50
Nerden : bln

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz