Hicranli Foruma Hosgeldiniz
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Olgunluk/Can Dündar

Aşağa gitmek

Olgunluk/Can Dündar Empty Olgunluk/Can Dündar

Mesaj  hayal Paz Mayıs 03, 2009 12:40 pm

Olgunluk


.......20 li yaşlara kadar iyilikle kötülüğün ülkesi, kalın sınır çizgileriyle ayrılıyor birbirinden. Sıkı dostları ve düşmanları oluyor insanın. Onları ölesiye seviyor yada ölesiye nefret ediyor onlardan.

30 larındayalanı hakikatten ayırt etmeye başlıyor. İyi sandıklarının hıyanetiyle tanışıyor, sırtında dost işi hançer darbeleriyle; ve en kötü zannettiği şefkatle imdadına yetişiveriyor.

Zaman kanatlanıp da 40 ınayaklaştığında insan, iyiyi kötüden ayıran hudut çizgilerini birbirine karıştırıyor. İyilere nakşolmuş kötüyü ve kötülerin içindeki iyiliği de keşfediyor ademoğlu. Anlıyor ki, iyi insan/kötü insan yok; insanın içinde iyilik ve kötülük var, kötüyle iyi panzehiri değil birbirinin; kankardeşi. İyilerle kötüler çekiştirmiyor ipi. İyilik ve kötülükten örülmüş ibrişimin kendisi.

Bunu anlayınca şaşmıyorsun nefretin birden şehvete dönüşmesine; acı girdaplarının içinde hazzın raksetmesine. Tevazuyla gurur, haysiyetsizlikle onur el ele yürüyor. İnsan, şuuraltındaki isyankarla sahtekarı, günahkarla tövbekarı birarada farkediyor. Benim, hükmeden ve boyun eğen, zulmeden ve acı çeken. Bunca şiddet kadar onca merhamet de benim eserim. Minneti nefrete, korkuyu cesarete, zaferi hezimete bulayan benim. Kundak bezime tıpatıp benziyor kefenim, hayatım muhteşem ve sefil, mağrur ve rezil, hayasız ve asil.

İşte bu keşif kolaylaştırıyor yaşamı.. Anlıyorsun ki toplumlar gibi insanlar da kanlı iç savaşlarına borçlu ilerlemesini..

O zaman , iyileri kötülerden ayırmakgibi nafile bir uğraşı bırakıp -başta kendin olmak üzere- insanların içindeki iyiliğin peşine düşüyorsun; kıymet bilmeyi ve -yine başta kendin olmak üzere- herkesi hoş görmeyi öğreniyorsun.

Tükendikçe pahalanıyor zaman; günler azaldıkça uzuyor. Saçların gibi, seyreldikçe değerleniyor dostların. Günahları ve zaaflarıyla da övünüyor insanlar; sevapları ve zaferleri kadar.

Önemli değil kaç kez yenildiğin; önemli olan, kaç yenilgiden sonra yeniden doğrulabildiğin.

Bu paramparça ruhlardan, çelişkili duygulardan, çatışmanın açtığı yaralardan mucizevi bir ahenk çıkıyor ortaya ki olgunluk diyorlar adına.....

Can Dündar
hayal
hayal

Mesaj Sayısı : 548
Kayıt tarihi : 20/04/09
Yaş : 50
Nerden : bln

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Olgunluk/Can Dündar Empty HER SEÇİM BİR KAYBEDİŞTİR / Can DÜNDAR

Mesaj  hayal Paz Mayıs 03, 2009 12:41 pm

HER SEÇİM BİR KAYBEDİŞTİR


Her tercih bir vazgeçiştir çünkü.. Sabah ise gitmekle, yatakta nefis bir miskinlik fırsatından vazgeçmiş olursunuz.. Kalkar kalkmaz hayat bin bir seçeneği dayar burnunuzun ucuna...

"Ne giysem" telasından, öğle yemeğinde "Ne alırdınız?" diye başucunuzda biten garsona, hangi kanaldaki filmi izlesem kararsızlığından "bize oy verin" diye bağrışan partilere kadar her şey, herkes, her an sizi ısrarla bir tercihe zorlar.

Yastığınıza teslim olmuşsanız, belki dışarıda ışıl ışıl bir günden vazgeçmiş olursunuz.. Bahar esintileri taşıyan bir elbise belki o gün yaşamınızı ışıldatabilecekken, ağırbaşlı bir sadeliğe karar vermekle muhtemel bir tanışıklığı tepersiniz..

Belki yemediğiniz musakka, ısmarladığınız İzmir köfteden daha lezzetlidir. Ya da öbür kanaldaki film, o anki ruh halinize daha uygundur.. Ama yaşam, vazgeçtiğiniz şeye ilişkin ipucu vermez... Geri dönüp, o günü gökkuşağı desenli bir elbiseyle yeniden yaşama şansınız yoktur. Bu seçim oyununda vazgeçtiğiniz şey, seçtiğinizden daha değerliyse pişmanlık kaçınılmazdır.. Ama neyin değerli olduğunun kararı da yine size aittir...

Ve vazgeçtiğiniz şey bazen bir saray, bazen şöhret sahnesinin parıltılı neonları da olsa, çoğu zaman gözünüz hiç arkada kalmaz.. Çünkü duvarlarına sevdiğinizin kokusu sinmiş bir ev ya da sevdiğiniz kadınla paylaşamadığınız bir saray sizin için borsada kolay feda edilebilir değerlerdendir.

Hayata bir başka gözle bakmayı öğrendiyseniz, bu seçimde kazandıklarını sananlara yalnızca acıyarak gülümsersiniz.. Her şeyin sıradanlaştığı bir dünyada bazen kaybetmek en doğru seçimdir.

Ve o dünyada en yerinde tercih; vazgeçiştir...

Can DÜNDAR
hayal
hayal

Mesaj Sayısı : 548
Kayıt tarihi : 20/04/09
Yaş : 50
Nerden : bln

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Olgunluk/Can Dündar Empty Nasıl ölmek isterdiniz? / Can DÜNDAR

Mesaj  hayal Paz Mayıs 03, 2009 12:43 pm

Nasıl ölmek isterdiniz?
Kendiniz için nasıl bir ölüm isterdiniz?

Kirli bir duvar dibinde gözleriniz ve elleriniz bağlıyken cesaretle göğsünüzü şişirip “Ateş” sesini bekleyerek mi?
İzbe bir zindanda, üzerinde koca bir elmasın parıldadığı zarif bir yüzüğün gizli haznesindeki zehri iştahla yudumlayarak mı?
Yoksa soylu bir düellonun 10. adımında göğsünüze saplanan bir kurşunla yere devrilerek mi?
Nedense insan, bir zengin sofrasında boğazına kaçan bir kurbağa bacağından ölmeyi düşünemiyor.

Ya da Ercan Arıklı gibi tercihli yolda karşıdan karşıya geçerken…
Çekoslovakya’da Sovyet tanklarına meydan okuyan Alexandre Dubçek’e bir trafik kazasında ölmeyi yakıştırabilmiş miydik?
Ya Sivas cehenneminden sağ kurtulan Aziz Nesin’e Temmuz sıcağına teslim olmayı…?
Seçemiyor ki insan?


Ama seçenler var: Kendilerinden sonrakiler daha iyi yaşasın diye ölüm orucunda, her gün bir organını feda ederek bir deri bir kemik, Azrail’in kollarına koşan gençler mesela… Ya da çaresizliğin kucağında son yolculuğunu “Boğaz Köprüsü’ne sür” dediği takside yapıp bir geceyarısı kendini, ayaklarının altından ışıl ışıl akan sulara bırakıverenler… Fakat son okuduğum bunlardan hiçbirine benzemiyordu. Son okuduğum, Azrail’e sadece kendi istediği elbiseyi giydirmekle kalmamış, onu bir yosma gibi keyfince süsleyip püslemek, sonra da şehvetle koluna girmek cüretini göstermişti. Adı: Bernd Jürgen Brandes’ti. 5 yaşındayken annesini bir trafik kazasında kaybetmişti. Babası bunun bir intihar olduğuna inanıyordu.

Psikiyatristlere göre Bernd, annesinin ölümünden kendisini sorumlu tutmuş ve bu acıyla baş edebilmek için, ölüm fikriyle flörte başlamıştı. İyi bir öğrenciydi. Berlin’de elektronik bölümünden mezun olmuş, Siemens’in bilgisayar yazılımı bölümünde çalışmaya başlamış, kısa sürede şefliğe yükselmişti. Kendi alanında dünya çapında tanınan bir uzmandı artık… Ne olduysa Berlin’de, uyuşturucu ve fuhuş yatağı olarak tanınan bir bölgeye dadanmasıyla başladı. Burada bir erkekle paralı ilişki kurdu. Partnerinden kendisini kırbaçlamasını istedi. Bundan öyle zevk aldı ki, giderek acının dozunu yükseltti. Artık, yatağa attıklarından cinsel organını ısırmasını istiyor, acıdan bayılıncaya kadar buna devam ediyordu. Bir seferinde ortağının eline bir bıçak tutuşturmuş ve “Hadi kes benimkini” demişti. Hiçbiri bunu yapacak cesarette değildi. Bunun üzerine daha cesur bir erkek bulma niyetiyle, tarihin gördüğü en aydınlık, en karanlık mağaraya daldı: İnternete girip “hayatının erkeği”ni aradı.


Aradığı adam, “Franky” rumuzuyla çıktı karşısına… O da 6 yaşında annesiyle baş başa kalmıştı. İki ağabeyi eğitim için evden ayrılmış, babası da annesini bırakıp gitmişti.Üç kez evlenip terk edilen annesi nefret ediyordu erkeklerden… Bütün hıncını elinde kalan tek oğlundan çıkarır, ona temizlik yaptırır, bulaşık yıkatır, ev işlerini gördürürdü.

Armin Meiwes, zalim annesinin tahakkümü altında iyi bir öğrenci, sinik, sessiz, nazik bir çocuk olarak büyüdü. Ama hayatına damgasını vuran şiddet, iç dünyasında alabildiğine kan döküyordu. Daha 12 yaşındayken “yalnız kalmamak için” yamyamlık hayalleri kurmaya, mezbahalarda tavuk, domuz kesilirken izleyip zevk almaya başlamıştı. Orduya girip 12 yıl askerlik yaptı. Ayrılınca tamirci oldu. Ama ölümle raksı sürüyordu. Televizyon haberlerinden ceset görüntüleri kaydediyor, vampir hikayeleri okuyor, domuzların cinsel organını kesip kahvaltı tepsisinde kendisininkiyle birlikte görüntülüyordu.

37 yaşındayken annesini kaybedince kozasından çıktı. Artık yamyamlık fantezisini gerçeğe dönüştürmenin vakti gelmişti. Kurbanını bulmak üzere, tarihin gördüğü en aydınlık, en karanlık mağaraya daldı. İnternete girip “Yemek için genç, yapılı erkekler arıyorum” yazdı.


Kurbanla celladı, “mağara”da çok geçmeden buldu birbirini… 5 Şubat 2001 günü “Franky”nin mesaj kutusuna şu not düştü: “Beni canlı yemeni istiyorum. Kim gerçekten bunu istiyorsa, gerçek bir kurbana ihtiyacı var”. Cellat, hemen yanıtladı. Mezbaha odasını bu “son yemek” için çoktan hazırlamış, duvarları izole etmiş, köşe bucağı kırbaçlar, kafeslerle süslemişti. Gönüllü kurbanına hemen dişlerinin fotoğrafını gönderdi, onu nasıl parçalara ayıracağını anlattı iştahla…

“Ben senin etinim” yanıtı geldi karşılığında... Bu, tam aradığı avdı. Brandes, “avcı”sıyla buluşmaya giderken bilgisayarındaki her şeyi yok etti. İşyerindekilere bir günlük tatil için Londra’ya gideceğini söyledi. Tatile, birinin midesine gittiğini söylese inanmazlardı nasıl olsa…


“Av” ile “Avcı”, 9 Mart 2001 günü buluştu. Katil, kurbanını tren istasyonundan aldı. İlk bakışta birbirlerinden hoşlandılar. Brandes öylesine sabırsızdı ki, celladını rahatsız etmesin diye o gün bir şey yememiş, bağırsaklarını doldurmamıştı. Çiftlik evine geldiler. Kurban soyundu, celladıyla bir kahve içti. Avcı, ona mezbahasını gezdirdi.

“İlk ısırık” orada cereyan etti. Ama yeterince şiddetli değildi. Kızdı av, avcısına… Rahat etsin de kendisini canlı canlı kesebilsin diye bir kutu uyku hapı yuttu; yine de gevşeyemedi. Bir süre müzik dinleyip sohbet ettiler. Sonra Brandes, celladından cinsel organını kesmesini istedi. Bıçak yeterince keskin değildi; Armin mutfaktan satırı kapıp geldi… ve ilk parçayı kesti. Brandes haykırıyordu, ama ilacın etkisiyle bayılmamıştı. Kanamayı durdurdular. Kanlı organı birlikte yemeye karar verdiler. Organı, biber, tuz ve sarımsak sosuyla pişirilirken Brandes bayılmamak için direniyordu.

Sonunda sıcak küvete uzandı ve kendisini celladının dişlerine bıraktı. Tek bir arzusu vardı: Bedeninden geriye hiçbir şey kalmaması… Kafatasından dişlerine kadar her şey unufak edilip değerlendirilmeliydi. “Merak etme” diye yanıtladı bu isteği celladı…


Sabaha karşı 4,5’ta kurban, baygın düştü. Armin çizmelerini giydi, önlüğünü bağladı ve hala nefes alan kurbanını derin bir bıçak darbesiyle öldürdü. Sonradan polise anlattığına göre içinde, mutluluk, nefret ve kudret hisleri cirit atıyordu. Önce küvetteki cesedin başını gövdesinden ayırdı. Kopmuş kafayı, hep izlemek istediği bu ziyafeti “görebilmesi” için masanın üzerine koydu. Sonra kalan vücudu parçalara ayırdı, kemik, deri ve iç organları bahçesine gömdü. Kendisine “hatıra olarak” bir ayak ve bir kol kemiği ayırdı. Çıkan 30 kilo eti de buzlukta istifledi. İlk kez insan eti yiyecekti. “Bifteği” zeytinyağında kızartıp baharatla tatlandırdı. Kendine bir şarap açtı ve ziyafet sofrasına oturdu. Kendi ifadesine göre, “Tadı domuz eti gibiydi”.


Böyle bir ziyafetin gururunu kendine saklayamazdı. Tarihin gördüğü o en aydınlık ve en karanlık mağaraya dalıp “Birini öldürdüm ve yedim” müjdesini mahcup yamyam adayları paylaştı. Bu mesajı gören bir öğrenci durumu polise bildirdi. “Mağara”, şimdi günahını aklamaya çalışacaktı. Polis, 2 ay sonra celladı buldu. Armin Meiwes, geçen ay, bu yazıdaki bilgilerin alındığı Stern dergisinin kapağındaydı.

Bu eşsiz sohbeti, baştaki soruyla bitirmek istiyorum:

“Sahi, siz kendiniz için nasıl bir ölüm isterdiniz?”



hayal
hayal

Mesaj Sayısı : 548
Kayıt tarihi : 20/04/09
Yaş : 50
Nerden : bln

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Olgunluk/Can Dündar Empty Keşke... /Can DÜNDAR

Mesaj  hayal Paz Mayıs 03, 2009 12:45 pm

Teypte eski bir Cohen şarkısı:
“Yolumu gözleyen bir kadını terk ettim / karşılaştık bir süre sonra /
‘Gözlerinin feri sönmüş’ dedi bana: / ‘Aşkım, ne oldu sana?’/
Böyle gerçeği söyleyince / ben de doğru söylemeye çalıştım ona /
‘Senin güzelliğine ne olduysa’ dedim,/ ‘benim gözlerime de o oldu’.


* * *
8-10 dizeye sıkışmış hazin bir aşk hikayesi… Buruk; kırılmış oyuncaklar kadar… Ve yenik; “keşke”li cümleler gibi… Bu sözcüğü kaç konuşmanızın başına eklemişseniz onca ıskalamışsınızdır hayatı… Dört mevsimlik bir sene olsa ömür, “keşke”, onun güzüne denk gelir.Hepten vazgeçmek için erkendir, telafi etmek için geç… Mağlubiyetin takısıdır “keşke”... Kaçırılmış fırsatların, bastırılmış duyguların, harcanmış hayatların, boşa yaşanmış ya da hakkıyla yaşanamamış yılların, gecikmiş itirafların ağıtıdır.

Çarpılıp çıkılmış bir kapıda, yazılıp yollanmamış bir mektupta, gözyumulmuş bir haksızlıkta, vakit varken öpülmemiş bir elde, dilin ucuna gelip ertelenmiş bir sözdedir. Feri sönmüş bir çift gözde ya da yitip gitmiş bir güzelliğin ardından iç çekişte… “Yolunu gözlemeseydim”, “öyle demeseydim”, “terk edip gitmeseydim”, “en güzel yıllarımı vermeseydim” diye diye sızlanır gider.


“Keşke”nin panzehiri “İyi ki”dir. İlki ne kadar pısırıksa, ikinci o denli yiğittir. “Keşke”, çoğunlukla bir “ahh”la kopup gelir ciğerden… esefler, hayıflanmalar, yerinmeler sürükler peşinden… “İyi ki” ise, muzaffer bir “ohh”la büyür; cüretiyle öğünür. “Keşke”li cümlelerde nasıl yaşanmamışlığın, yarım kalmışlığın o ezik tuzu kuruluğu varsa, “iyi ki”lilerde de göze alabilmişliğin, riske girebilmişliğin, tadına varabilmişliğin mağrur yaraları kanar.

Okulu hiç kırmamışsınızdır, sinemada öpüşmemişsinizdir; dokundurtmamışsınızdır kendinize, bir kez olsun gemileri yakmamışsınızdır. Konuşmanız gerektiğinde susmuş, koşacağınız zaman durmuş, sarılacağınız yerde kopmuşsunuzdur. Bir insana, bir işe, bir davaya ömrünüzü adamışsınızdır. O insanın, o işin, o davanın, bunu hak etmediğini sezmenin hayal kırıklığındadır “keşke”... “Şimdiki aklım olsaydı” dövünmesindedir.

Geriye dönüp baktığınızda, ayıplara, yasaklara, korkulara, tabulara feda edilmiş, “Ne derler” e kurban verilmiş, son kullanma tarihi geçmiş bir yığın haz, bilinçaltından el sallar. “Keşke” cilerin hayatı, kasvetli bir pişmanlıklar mezarlığıdır. “İyi ki” öyle mi ya…! Onda, yara bere içinde de olsa, yana yana, ama doyasıya yaşamış olmanın iç huzuru ve haklı gururu haykırır.


“İyi ki”lerinizi toplayın bugün ve “keşke”lerinizden çıkartın. Fazlaysa kardasınız demektir. Aldırmayın yüreğinizdeki kramplara, mahzun hatıralara… Rüzgarlarla koştunuz ya… “Keşke”leriniz, “İyi ki”lerden çoksa…

Telafi için elinizi çabuk tutun.

Tutun ki, yolunuzu gözlerken terk ettiğinizle bir gün yeniden karşılaştığınızda siz susarken, feri sönen gözleriniz “keşke” diye nemlenmesin...
hayal
hayal

Mesaj Sayısı : 548
Kayıt tarihi : 20/04/09
Yaş : 50
Nerden : bln

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Olgunluk/Can Dündar Empty Can Dündar SEVGİYE DAİR

Mesaj  hayal Paz Mayıs 03, 2009 12:46 pm

Sadece kimsesiz gemilerle miskin kedileri barındıran ıssız bir sahil kasabasında çakırkeyif bir yılbaşı ertesi.... Kış güneşi, yanlış zamanda açmış bir bahar çiçeği gibi sıcak gülümseyip ısıtıyor içimizi.... Kimsesiz gemiler, burunlarını açık denizlere dikmiş yalpalıyorlar sahil boyunca...miskin kediler toprakla güneş arasında mahmur...

Dostlarla paylaşılan salaş bir meyhanenin ahşap masasında 25 yılını denize vermiş Hasan Kaptan, kocaman kırmızı yanaklar ve ışıltılı gözlerle hayatı özetliyor; “deniz, balık, güzel kadın, sağlıklı çocuklar...hepsi bu “

Zamanın sakin ve telaşsız aktığı bu dalga boyunda saat sorulursa bozuluyor kaptan: “ O yok işte burada “ diyor kızgın... “ Burada gündoğumu var, günbatımı var, balık vakti var ama saat yok...”

Metrapol telaşlarından hayli uzakta bir başka hayat, midye kabuğunun arasından ışıldayan bir inci tanesi gibi gülümsüyor... Neredeyse unutmaya yüz tuttuğumuz bir huzur, bizi yeni bir yılın ilk adımlarında güneşle, toprak arasında yakalayıp kollarına alıyor.

Tabanlarımızda topraktan yayılan ısı, kulaklarımızda denizin tuzlu sesi ve göz kapaklarımızda kış güneşinin busesi.... Bir koca yılı henüz eskitmişken ve yeni bir yılı, içinde ne olduğunu kestiremediğimiz, el değmemiş bir yılbaşı hediyesi gibi paketinden çıkarmaya hazırlanırken bütün bir yaşamıyla hesaplaşmak istiyor insan....

Yüzyıllık bir savaşın, sadece yılbaşlarında mola veren askerleri gibi, akrep ve yelkovanın durduğu bir su başında bilançoya oturmak istiyorsunuz.... Acaba ne kadar yara aldık savaşta ? Ne kadarını gösteriyor, ne kadarını gizliyoruz ? ne kadarı açık yaralarımızın, ne kadarı iç kanamalarımız ? Zaferler çıkarabildik mi mağlubiyetlerimizden ? Süresini ve yörüngesini bilmeden çıktığımız bu yolculuğun neresindeyiz acaba ? Ve daha kaç gemi var içinde olmak isterken ardından el sallayacağımız ? Ne kadarı gözyaşı kalan hayatımızın, ne kadarı kahkaha? Geride kalan yılların ne kadarından gururlu, ne kadarından pişmansınız? Ne kadarını kurumuş son bahar yaprakları gibi süpürüp atmak isterdiniz belliğinizden, ne kadarını saklardınız kutsal bir emanet gibi? İnsana gecikmiş bir baharı çağrıştıran ılık kış güneşi altında bir mola verince insan, sahile demirlenmiş mahmur gemiler gibi kendini suların yalpalayışına bırakıp, maziyi tartıya vurmak istiyor.

Ne kaldı geriye bunca telaştan ? Avucumuzun içinde kayıveren sular gibi yitip giden yıllar geride ne tortu bırakıyor ? Kendinizi bütün kazınmış siperlerinizin dışına koyup, bütün kalkanlarınızı indirdiğinizde, çırılçıplak karşısına geçtiğiniz yaşam aynasında ne görüyorsunuz ? Tüketmek için bunca acele ettiğiniz takvim yapraklarına, onca hızla çevirdiğiniz akreplere, yelkovanlara, içine gönüllü daldığınız o insafsız rutin çarkına söyle bir uzaktan baktığınızda ne hissediyorsunuz ? “Ne kadarı benim hayatım....” “ Ne kadarını başkaları yaşamış benim yerime....ya da ben başkalarının.... ? “ “ Aynadakinin ne kadarı ben'im, ne kadarı oynadıklarım ? “

Sadece kimsesiz gemilerle miskin kedileri barındıran ıssız bir sahil kasabasında yakaladığınız bir geniş zamanda, geçmiş zaman, şimdiki zaman ve gelecek zaman arasında gidip, gelirken en çok ne gelirdi aklınıza ?

Sizi bilmem ama ben akıbeti meçhul bir yeni yılın eşiğinde sürpriz bir kış güneşi göz kapaklarımı yalarken sadece sevgiyi düşündüm.... Sevgiyi koydum kum saatinin dolu dizgin akıp giden kumlarının her bir zerresine....Kışın açık denizlere bakarak bekleşen kimsesiz gemilerin güvertesine; geçmiş zamanın, şimdiki zamanın ve gelecek zamanın öznesine hep sevgiyi koydum....

Çünkü bir tek sevgi var elimizde; bunca yıldan damıtılıp gelen.... ve metrapol haragülesinden uzakta, kocaman gözlerle gülümseyerek bir başka hayattan haberler veren Kaptan 'ın yalancısıyım ki...

“ Yine bir tek o kalacak, yaşanacak yıllardan da geriye....” Bir tek sevgi olacak bunca telaştan artakalan.... Ötesi yalan !
hayal
hayal

Mesaj Sayısı : 548
Kayıt tarihi : 20/04/09
Yaş : 50
Nerden : bln

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz